Sosyal Medya

Makale

DoÄŸa Ve Ä°nsanÂ…

İnsanlık tarihi boyunca doğa ve insan ilişkisi gündemi belirleyen bir özelliğe sahip olmuştur. Doğa insanı da içinde tutan bir varlık katmanıdır. İnsan bir boyutu ile bu doğanın bir parçasıdır. Ama aynı zamanda insan, bu doğanın dışında olabilecek bir özelliği de taşımaktadır. Tarih boyunca insan, doğa karşısında hep bir arayış içinde olmuştur. Kimi zaman korkmuş, ona sığınmış, onu tanrısal bir konuma yükseltmiştir. İnsan, güçlü olduğunda ve tekniği kullanmaya başladığında ise doğayı biçimlendirmeye ve onunla savaşmaya başlamıştır.

Kadim kültürler ve dinler, doÄŸayı canlı ve ilahi bir boyut olarak tasavvur etmiÅŸler, çoÄŸu zaman farklı kültürler ve etkileÅŸimler üzerinden tapınmaya kadar iÅŸ varmıştır. Yani doÄŸanın farklı boyutlarını ilahi bir boyut üzerinden tanımlayarak onu kutsamış ve ona kurbanlar sunulmuÅŸtur. Bu kurbanlar bazen doÄŸadan oluÅŸmuÅŸtur bazen de bir insan; bu bazen küçük bir çocuk bazen güzel bir kadın bazen de güçlü bir erkek genç adam…

Ä°nsanlık tarihi boyunca bu çerçeve içinden meseleye bakıldığında doÄŸa ile insan arasında çok ciddi bir çatışma alanı oluÅŸmuÅŸtur. Ta ki modern döneme gelene kadar… Modern dönem aslında köklerini atom fikrinde bulmuÅŸtur. Atomculuk her ÅŸeyi bir ve benzer kılarak eÅŸitleyici bir tutumu öne çıkarmıştır ve kadim kültür ve dinlerin kutsallığını da devre dışı bırakmıştır. Bu aynı zamanda doÄŸa ile daha mühendislik faaliyeti üzerinden iliÅŸki kurmayı da beraberinde taşımıştır.

Modern dönemi, kadim yunan dönemini dikkate almadan ve o dönemin mitolojik unsurlarını bilmeden deÄŸerlendirmek bizi yanlışa sevk eder. Eski yunanda mitoloji tanrısal bir boyut taşıyan bir doÄŸa tasarımına sahiptir. Her doÄŸa olayında bir tanrı’nın eylemi, kızgınlığı, nefreti, kıskançlığı veya sevgisi neden olmaktadır. Ä°nsan ise bu tanrıların küçük gördüğü ve her türlü hakareti ve aÅŸağılanmayı yaptığı bir varlık türüdür. Tanrılar kendi aralarında savaÅŸtığında da zararı gören insan olmaktadır. Bu yüzden hep tanrılar ile insanlar arasında bir çatışma kaçınılmaz görülmektedir. Ä°nsan, ateÅŸi; yani bilgiyi çalarak tanrıların iktidarını ellerinden almaya çalışmıştır. Ä°nsan, tanrıları devre dışı bırakarak doÄŸa ile karşı karşıya kalmayı istemektedir. Çünkü doÄŸa hala tanrıların denetiminde iÅŸ görmektedir. Ve insana hayatı zorlaÅŸtırmaktadır.

Bu çatışma, modern dönemde kilise hegemonyasına karşı aynı ÅŸekilde yeniden hem duygusal zeminde hem de düşünce zemininde yeniden harekete geçmiÅŸtir. Tanrılar, modern dönemde yok sayılmış, yenilgiye uÄŸratılmış ve dolayısıyla ‘ölümü’ ilan edilmiÅŸtir. Bu noktada yasa kavramını dikkate almakta yarar var. Mitolojinin en önemli göstergelerinden biri de tanrıların tanrısı olan Zeus dahi yasaya boyun eÄŸmektedir. Çünkü Zeus’u da aÅŸan bir yasa vardır. Ve onu çaresiz bırakmaktadır. Ä°ÅŸte bu çerçeve içinde fizik yasalarını keÅŸfetmek, aynı zamanda bu yasaları kullanarak doÄŸayı baskı altına almayı ve aynı zamanda onu düzenlemeyi de içermektedir. Meselenin künhü yasada saklıdır.

İnsan, potansiyel olarak çok güçlü yaratılmış ve varlık hiyerarşisinde en tepede konumlanmıştır. Bu yüzden kendi kapasitesini çok fazla aşabilecek bir bilgi ve teknik düzeye sahiptir. Tarih boyunca bunu göstermiştir. En zayıf olduğu dönemlerde bile tanrılara kafa tutan ve doğanın her türlü tuzağına ve saldırısına karşı kendi korunağını oluşturacak bir istidada sahip olmuştur. Bunu da zihni bir meleke olan ve bilginin en önemli aktörü olan aklı sayesinde gerçekleştirmektedir.

Ä°nsan, kendi sınırlarını aklı sayesinde aÅŸarak yeni sınırları sürekli zorlayacak bir potansiyeli sürekli harekete geçirmekten kaçınmamıştır. Bugünde öyle…  Sürekli yeni sınırları aÅŸmayı denemeye devam etmektedir. Teknolojinin bu kadar güçlü bir ÅŸekilde hızla ilerlemesini saÄŸlaması da insan aklının nasıl bir sınırsızlığı kovaladığını göstermektedir. Aynı zamanda da bilgi ile tanrının konumunu istemekte ve o konuma yükselmenin bütün ÅŸartlarını yerine getirmenin yolu olarak bilginin tekelini kurmaktan kaçınmamaktadır.

Bu tanrısal bakış, modern kültürün doğaüstünde iktidar kurmasını meşrulaştırıyor. İşte bu meşruiyet üzerinden önce doğa üzerinde mühendislik faaliyeti sağlıyor, sonra bir adım öteye taşıyarak bunu; insan ve toplum üzerinde de mühendislik faaliyeti yapmaya başlamaktadır. Bu durumun da mitoloji de bir karşılığı vardır: tanrılar sürekli kendi aralarında bir savaş halindedirler. Bilgi iktidar olmanın en temel enstrümanıdır. Bunu keşfeden insan, yeni tanrı olmanın hülyasını kurmaktadır. Bu yüzden bir hak olarak doğaya ve insana tahakküm etmeye çalışmaktadır.

Peki, doğa ile nasıl bir ilişki kurulmalıdır?

Bu soruya hem insanın neliÄŸini hem de doÄŸanın neliÄŸini konuÅŸmadan cevap vermek mümkün görünmemektedir. DoÄŸa, son din Ä°slam’ın bildirdiÄŸine göre, insana musahhar kılınmıştır. Yani insanın yeryüzünde varlığını idame ettirecek ÅŸartların olgunlaÅŸtırılmasına zemin oluÅŸturuyor. Ä°nsan, bu biyolojik koÅŸulları içinde ancak bu dünyada yaÅŸayabilmektedir. Bu sıradan tesadüf deÄŸil bilakis, bilinçli bir tercih olmaktadır. Ä°ÅŸte bu tercihe göre doÄŸa; Allah’ın emirlerini yerine getiren ve itaat eden bir kuldur. Varlıktır, canlıdır ve akıllıdır. Ama canlılığı ile akıllılığı doÄŸal olarak insan ile farklı olmaktadır. Kendisine has bir özellik taşımaktadır. DoÄŸa bu çerçevede ilahi emir gereÄŸi varlığını idame etmektedir. Ä°nsana göre biçimlenmektedir ve insanın imtihanının bir parçası olarak tasarlanmıştır. Bu tasarımı görmeden gerçeÄŸin neye tekabül edeceÄŸini öngörmek zor olacaktır.

Ä°nsan varlık hiyerarÅŸisinin tepesine yakıştırılmıştır. Potansiyel olarak çok güçlü mevcut hali ise zayıf bir varlıktır. Yaratılmışlığı üzerinden deÄŸerlendirmeye tabi tuttuÄŸumuzda insan, yeryüzüne gönderilmiÅŸ ve burada bir imtihana tabi kılınacağı kendisine tebliÄŸ edilmiÅŸtir. Her ne kadar potansiyel olarak çok güçlü olsa da varlığını idame ederken ciddi zaaflara sahip olduÄŸu bilinmektedir. Hem iyiliÄŸi hem kötülüğü potansiyel olarak yüklenmiÅŸtir.  Yani insan, sınırlılık içinde sınırsızlığı yaÅŸayabilecek bir potansiyele sahip olmuÅŸtur. Ama insanın kendi sınırını bilmesi ve buna uygun davranması için kendisine verilen bu lütfe şükür ederek ve Yaratıcının büyüklüğü karşısında ise tevazuu bir temel insan davranışı olarak görmesini esas kabul etmesi beklenmektedir. Ä°nsan, şükür ettikçe potansiyeli harekete geçecek ve tevazuu sahibi oldukça ise bilgisi artacak ve sorumluluÄŸunu yerine getirecektir. Ä°ÅŸte insan, şükür ve tevazu sahibi olmakla yükümlü tutulmuÅŸtur. Bu doÄŸal olarak onun davranışlarının yönünü belirlemektedir. Belirleyip belirlemediÄŸi konusunda tabii ki ciddi eleÅŸtiriler yapılabilir. Ancak eleÅŸtiri, hakikatin bu olduÄŸu gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmez…

Åžimdi bir metafizik ilke olarak ÅŸunu tespit edelim: doÄŸa ile insan yaratılmışlıkta eÅŸittirler. Bu eÅŸitlik onları varlıkta eÅŸ deÄŸer kılmaktadır. Yani doÄŸa ve insan Allah katında eÅŸit düzeyde bir varlığa sahiptirler. Bu yüzden doÄŸaya yönelik her zarar verici durum günah olarak tanımlanır. Yani insan, doÄŸayı korumakla yükümlü aynı zamanda… Çünkü teklife muhatap olan insan, aynı zamanda emanet olarak doÄŸayı kabullenmiÅŸ sayılmaktadır. Bu yüzden haksız bir ÅŸekilde doÄŸaya ve doÄŸadaki canlılara muamelelerde bulunamaz. DoÄŸadan istifade ederken de bizzat ihtiyacı dikkate alır.

Demek ki doÄŸa ve insan eÅŸitliÄŸi yaÅŸarken bir farkla doÄŸa insana emanet edilmiÅŸtir. Ve insan bu doÄŸayı ve içindekileri de muhafaza etmekle yükümlü tutulmuÅŸtur. Bu insanın imtihanının bir parçası olarak kabul edilmelidir. O yüzden peygamber, bir ırmak kenarında abdest alınırken üç kere uzuvlarını yıkamakla sorumlu tutulmuÅŸtur ve su bol diye suyu fazladan harcamayın, demiÅŸtir… Bu ilke, insanın doÄŸadan istifade ederken nasıl bir prensiple hareket etmesini belirlemektedir. Kızılderili hayatında da buna uygun davranışlar bulunmaktadır. Kızılderililer, ateÅŸ yakacakları zaman aÄŸaçları kafalarına göre deÄŸil, kendiliÄŸinden kırılmış, düşmüş ve kurumuÅŸ olanları öncelikli olarak toplayıp kullanmayı sonra yeterli gelmezse yine sadece yetecek kadarını almakla kendilerini yükümlü tutmuÅŸlardır. Hatta av zamanı topluluÄŸun yaÅŸamını idame edecek kadarını doyuracak kadar hayvan avlanır ve daha fazlası avlanması yasak kabul edilirdi. Ä°ÅŸte maya kültüründe de bunu görebilirsiniz… Aslında birçok kültürde doÄŸa ile insan arasında doÄŸru ve ahenkli bir iliÅŸki kurulabilmiÅŸtir. Ama modern dönemde bu uyum ortadan kaldırılmıştır.

Modern dönem aklı önceleyen bilgiyi eksene alan ve bunlar üzerinden iktidar oluşturan, bu iktidar üzerinden tanrısallığa soyunan ve böylece doğayı sömüren, biçimlendiren, her türlü saldırıyı meşru gören bir tutumu içselleştirmiştir. Modern insan hem insana hem de doğaya tahakküm kurarak varlığın ifsadına neden olmaktadır. Bugün yaşanan sorunların ana kaynağında da bu yatmaktadır.

Sözün en doÄŸrusunu Allah bilir…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.